KURUMSAL
SON DUYURULAR
FİKİR EMANET VE SANCAK DERNEĞİ OLAĞANÜSTÜ SEÇİMLİ GENEL KURULU ÇAĞRISI
04 Ekim 2025
Dr. Rıza Nur'un HAYAT VE HATIRATIM isimli eseri
04 Haziran 2025
BAKIRKÖY ADLİYESİNDE FESDER OLARAK KATILIM GÖSTERDİĞİMİZ BERAATLA SONUÇLANAN 5816 DAVASI
15 Nisan 2025
5 Nisan Dünya Avukatlar Günü Münasebetiyle
05 Nisan 2025
Dernek başkanı Hatice BOZDEMİR " Devletimizin Yanındayız" mesajı
26 Mart 2025
Hasan Karademir Yazarın Tüm Yazıları
Nefs şuurunun insânileşmesi... Günümüz zâlimlerinin içindeki 'hannâs' ın bedihi hakikâti, Kumandan'da beşeri bir grup NYMPHA ile zuhur etmiştir. Kumandan'ın tabiri ile “yara üzerindeki sinek rahatsızlıkları” bana mütehassıs tabir ile de sonucu egzema olan bir kaşıntı misâlidir, aşınma misâlidir bu Telegram.
Kumandan'ın tahliye konuşmasında “Ben hayatımın bu devrelerini bir kayıp devresi olarak görmüyorum” sözü kulaklarımda... Hastalığın mücerret manada bağışıklığa şifâ olmasından misâl bir imtihân şuurudur. Kavgamızın NAKŞİBENDİ olmasındaki sır idrâki...
KİM BU İŞKENCECİLER?
Tınısı çirkin bir ses... Hani şu dini çirkinleştirmeye ve çirkinleştikçe keskinleştiği zannına kapılan vaiz soyunun, hususen kazanmaya çalıştıkları cırtlak ve kelimelerin vurgusunu bozan garip sesi... Bu ses dışında bir de, gûya içe işleyicilik ve munislik adına garip bir sümük adam şivesi vardır ki, her vakur ve zevki selim Müslüman gibi benimde nefretimi muciptir... Evet. Kumandan'ın tabiri ile hepsi bu... İdrâkin acizliğini salya sümük ve meselenin suretinde arayan, kelime-i şehâdet getiren sarhoş nidâsında, Allâh'ı fezâda aramaya çıkan (!) Astronot aklıyla müslüman, kendine ve menfaatine müslümanlar. Takkeyle siyaset, Takıyye ile feraset bekleyenler... Ölmeyi bayılmak zannetme misalinden yola çıkarak 'ölmeden önce ölmek' şuurunu duyduğunda öküzün trene baktığı gibi bakan insanlar... Tilki Günlüğü'nü okuduk ama anlamadık dediklerinde sır idrâkinin dolu olduğu cevap sonrası suspus olan zatlar.
İleride görebileceğimiz üzere seks sermayesi ile hipnoz-telepati tehdidi ile hududu aşma gayesi güden zamâne yobazları... Küflü takvim yapraklarını sermayeleri ile kirletmiş insanlar.
KİMDİ BU NYMPHALAR?
Nymphalar, cihaz başında bulunan Telegramcılar, dişi değil; ibne.
(Kumandan Salih Mirzabeyoğlu)
Belden aşağı edepsizlikleri ile üstü kaval altı şişhane misâlinde İradenin iradeyle teslim alınışı, ister mânevî bir güç, ister göz teması, ister başka bir şekilde vuku bulsun; bu, dayak, uykusuzluk, işkence vesair usullerle irâdenin kırılmasından ayrı bir şeydir. TELEGRAM'a gelince, ortalama olarak cihaz marifeti, yorma ve bu yormayı fizikî işkenceye döndürmekten, doğrudan doğruya şuura müdahale olarak beyne tesire, bunun iknadan zihni yormaya, telkinden tehdide -ki bu da telkin-, hipnozdan bütün çeşitlerine ve tabiî ki manyetizmaya kadar herşeyi kapsıyor. Bunların başındaki cadaloz ve kadın bozması KENAN ve ARAR kod adlı zatlar...
“TELEGRAM” İŞKENCELERİ VE ZİHİN KONTROLÜ
İşin aslına bakıldığında insanın bedeniyle ve zihniyle kendisine karşı yapılmış şantaj misâli... Yazısını görmek için ışığın lâzım olduğu kalem misâli!.. Lakin o ışıkta yalnız onun aydınlığına mütehassıstır... O manâda aşağıda görülen ve Kumandan'a uygulanan işkence türlerinin daha fazlasında o idrâk, mücerret fikir istidadı olan gönüldaşlarda saklı. Ölüm Odası denmesindeki yeniden ve köklerinden zuhur sırrı...
İşin aslında canlı bir robot hâli ahvâlimizde... Yani, kişi KENAN ve ARAR gibi müstear isimli y...'ların canlı bir robotu hâline getiriliyor. Bu robot söz dinlemezse, karşılığını her türlü bedeni acı çektirilerek ödüyor. Bu işkenceciler dokunuyorlar tuşa; hafıza kaybı ve davranış bozuklukları oluşuyor. Dokunuyorlar, göz kapaklarında ani ve şiddetli kaşınmalar oluşuyor. Dokunuyorlar, duyulan sesin yönünü, şiddetini ve içeriğini değiştiriyorlar. Solunum yollarını denetleyerek konuşmanızı bozuyorlar. Genital bölgede kaşınma, beklenmedik orgazm veya yoğun acı hasıl ediyorlar. Rüyalarınızı denetliyorlar. Birkaç dakika boyunca ayak parmaklarını irade dışı olarak 90 derece döndürebiliyorlar!
İnsan üzerinde yapılan deneylerde de benzer etkiler gözlenmiştir. Beynine elektrik akımı verilen bir denek, kollarını kaldırmak istediği hâlde bunu başaramamış; adeta, "Sizin elektriğiniz, benim irademden daha güçlü!" dercesine bir çaresizlik içinde kalmıştır.
Şöyle ki, Telegrama maruz bırakılan kişiyi bir istikamete yürütmek istediklerinde, kişinin beyninden sinirler vasıtasıyla yürüme unsurlarına gönderilen frekansların uygun kodlu hâlinden yararlanarak, kişiyi yürütmeye çalışabilirler. İnsanın dilemediği hususlarda konuşması yahud konuşmaya zorlanması meselesi de aynen böyledir. Kişiye gönderilen frekanslar ilgili sistemin kodlarını taklid ederek, kişiye istenilen sözler onun şuuru dâhilinde ancak kontrolü haricinde söyletilmek istenebilir.
Beynin elektrikle uyarılması, sadece kas hareketlerini değil, aynı zamanda nefes ritmini, kalp atışlarını ve iç organ faaliyetlerini de etkileyebilmektedir. Kalp ile nefes ritminin bozulması, ölümcül boğulma durumlarına veya kalp durmasına yol açabilmektedir. Bu tür uyaranlar, sağlıklı bir bireyde kaş çatma, göz kırpma, çiğneme zorluğu, baş dönmesi, epilepsi benzeri nöbetler, istemsiz uyuma, hatta cinsel organların uyarılması ve anormal yüz ifadeleri gibi etkiler doğurabilmektedir. Hatta bireyin yüzünde homoseksüel bir ifade dahi oluşturulabilmektedir.
Zihin üzerindeki etki yalnızca elektrikle sınırlı değildir; ses frekansları da aynı etkiyi gösterebilir. Yerli kabilelerin ritmik davullarla trans hâline geçmesi, beynin ses aracılığıyla da programlanabileceğini göstermektedir. Bu tür frekanslar sayesinde birey, kendi iradesi dışında düşünce ve davranışlara yönlendirilebilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü'nün raporlarına göre, 1950'li yıllarda Polonya, Çekoslovakya ve Sovyetler Birliği tarafından yürütülen araştırmalar, radyo frekanslarının insanlar üzerinde baş ağrısı, yorgunluk, uyku bozuklukları, ruh hâlinde değişiklikler ve zihinsel bulanıklık gibi ciddi etkiler yarattığını ortaya koymuştur.
Aslında bu etki çok daha eskilere uzanmaktadır: 1893'te bir Fransız doktor, elektromanyetik alanın insanda zihinsel algı değişimlerine neden olabileceğini fark etmiş; 1960'larda ise elektromanyetik sinyallerle basit halüsinasyonlar üretilmiştir.
İlâve aşırı frekans (ELF) tesirleri:
1) Depresyon meydana getirilmesi.
2) Katarakt ve göz problemleri meydana getirmek.
3) Alınganlık ve öfke durumları meydana getirmek.
4) Genel ruh hâlinin değişimi.
5) Zorlanmış davranış kalıpları meydana getirmek.
6) Cinsî saldırganlık.
7) Davranış ritminde hasar meydana getirmek.
8) Korku verme ve yanlış yönlendirme.
9) Uyku düzensizlikleri ve uykusuzluk.
10) Kısa ve uzun dönemli hafıza kaybı.
11) Lösemi ve kanser.
12) Katatronik (zombie benzeri) görüntüler. (Zombie: Afrika mitolojisinde, ruhu ele geçirilip esir edilmiş, hayat ve ölüm arasında kalmış kişilere verilen isimdir.)
13) Şiddet hâlleri ve suçlu davranış örnekleri meydana getirmek.
[Bazı rapor ve tanıklıklarda, hedef bireylerin uzun süreli ve kapsamlı fiziksel–elektronik gözetim altında tutulduğu, bu süreçte ileride şantaj veya istismar amacıyla kullanılabilecek kişisel ve biyolojik verilerin sistematik biçimde toplandığı bildirilmektedir. Söz konusu uygulamalar, bireyin aşırı baskı koşullarına dayanıklılığını ölçmeye yönelik ardışık ve hem örtülü hem de açık taciz yöntemlerini içerebilmektedir. “Öldürücü olmayan” ancak ABD Adalet Bakanlığı tarafından da tanımlandığı üzere ciddi fiziksel acı ve uyum bozukluğu yaratabilen yönlendirilmiş enerji teknolojileri, nöro-teknolojik ve psiko-teknolojik müdahalelerle birleşerek kişinin bilinç ve rüya süreçlerini etkileyebilmektedir. Bu tür operasyonlar çoğu zaman, uzun vadeli psikolojik manipülasyon, sosyal tecrit, ekonomik yoksullaştırma ve itibar aşındırma girişimleriyle birlikte yürütülmekte; hedefin intihar ya da şiddet eylemlerine yönlendirilmesi gibi sonuçlar amaçlanabilmektedir. Ayrıca, “açık taciz” adı verilen, mağdura doğrudan gözlemlenebilir biçimde uygulanan yöntemlerin, elektronik taciz süreçlerine bir tür ön şartlandırma olarak işlev gördüğü; hatta kimi durumlarda yalnızca mağdura değil, ona destek olmaya çalışan kişilere karşı da misilleme amacıyla devreye sokulduğu ifade edilmektedir]
Hala daha meseleye “af” itibari ile yaklaşıp fino köpeği şuurunda Batı kuklalığı ve köleliğini kendine teşekkül sayan ve imtizacı ile işi sulandırmaktan çok çamurlaştıran sivrisinek vızıltılı kafaların “göremediğim şey yoktur” idrâki ile karşı çıkmaları ve maddeci müslüman tavırlarının içerisindeki o madde küfrünün kaynağının idrâki, gerçekten imân'a sürükleyecek yegâne nitelik.
Kâzım Albây'ın Telegram Mevzuuna Dair yazısından bir parça, bu meseleyi ufuk açıcı bir nitelikte açıyor:
“Telegramı anlamak çok mu zor?
Nasıl ki televizyon, elektromanyetik dalgayı algılayıp bunu sese ve görüntüye çeviriyorsa, bu fonksiyonlar aynen beyinde de mevcuttur ve telegram cihazı ile insan beyni alıcı-verici gibi kullanılabilir. Ses gönderme, beynin koku, tat ve dokunma bölgelerini uyarma, bir şey zannettirme veya hafızaya getirme vesair yapılabilir.
“Zannetme” ile “zannettirme” arasındaki farka tekrar dikkat çekmek istiyoruz. “Yanma” ile “yanma hissi” gibi… Birinde kişi kendi ihtiyarı ile o işin içindeyken, diğerinde cihaz yardımıyla o işin içinde oluyor. Birinde tabiî oluşum var iken diğerinde sun’î oluşum var; ama aynı netice alınıyor; fakat aynı şey değil. Aynı fizikî tesir olsa bile biri dıştan anlaşılamıyor ve ispat edilemiyor. Rüyanın etkisiyle terleyerek veya acı duyarak uyanırız onun gibi; ama rüya değil, sun’î bir oluşum ve kaskatı bir gerçek. Ama “zannetme” ile “zannettirme” farkı baki olarak.
Beyne bir telkin ve suret girmesi veya alması telegram cihazı ile yapılırken insanın kendi kendine hayal ve suret oluşturması ve kendini iradesiyle telkine açması farklı şeylerdir; neticesi aynı olsa bile biri tabiî yoldan, diğeri sun’î yoldan olmaktadır. Noktalar üst üste gelince birbirine karıştırma yanlışına düşebiliriz. Keramet ve istidraç-sahte keramet farkı gibi…
” Milli Güvenlik (CIA) raporunda dâhi “İNSAN KOBAYLARI üzerinde odaklaşan bir PROJE’nin yöneticisiyim” denilerek bahsedilen bir rapor ve bir yığın tesirin tarihçesini dahi görmeksizin KOBAYLAŞMIŞ İNSAN FARELERİne de diyebilecek söz yok!.. Kaşar kemirmeye devam etsinler.
Fikre nisbeti 'sokak çocuğu' olan koca koca adamların rolü bu manada palyaçodan farksızdır. «ben diyorum çanakkale boğazı» misali idrâk ile karşıdan karşıya geçebilene şükür!...
Mirzabeyoğlu yaşadıkları ile alâkalı olarak yine Ölüm Odası B-Yedi adlı eserinde diyor ki: “TELEGRAM’ı anlatırken, bazı kişilerin hâdise anlatmamı istediklerini duydum. Kaba-saba hâdise anlatmalarının, kaba-saba anlayışlar önünde ne hâle geldiği, bizzat benim yaşadığım dramdan belli değil mi? Meselenin ne gülünç hâle düştüğü? Ben, “karnıma ağrı veriyorlar!” desem, karın ağrısına tavsiyeden tutun da, “benim de karnım ağrıyor”a varan, beni büsbütün boğucu olmaya ve TELEGRAMCILAR’ın ekmeğine yağ sürmeye kadar neler, neler! Onların gülünçlükleri de, bana çıkan ve anlaşılmayı zorlaştıran bir vakıa. Kaldı ki, söz konusu teknikle gerçekleştirilen iş, dünyalar arası hesablaşmayı gerektiren bir mahiyette ki, bu eserde aslolan, bir nefs murakabesi ve muhasebesidir; hâdiselerin nakli, buna bağlı ve hukukun hileleşmeden dikkatini uyarmak içindir.”
FİLDİŞİ KULESİNİN ZİHİNLERİ
TELEGRAM'sız robot olan H.... ve S.... Gazeteleri evvelâ bu işkencenin en başı. “Anlamak mı? Yaşamak lazım.” misali bir eli yağda bir eli balda olan çöpçüler kralının “yüzünü kesti” vari haberleri ve devamında mesnetsiz ve aba altından sopa ile özür mesajları... Bugün dahi Akıncılar'ın son pankart mücadelesinde Halk TV'den bir koku: “İBDA-C...” Tam bir Fethullahçı üslup!... Aslen yapılan işkencenin malûmunda ne vardı... “Sen İBDA-C'nin lideri değil misin?” diyen hakikâte karşı vurdum duymaz ve çuvaldızını kendine batırmaktan âciz-idrak yoksunlarının suçlamaları!... Bu suçlamalar, asıl imtihan... Zâlimin zulmü bâkidir ama mazlûmun zulmü... Zâlimin taş atmasına karşılık yoldan geçen bir mazlumun bir taşı, mahkûmun sırdaşından yediği bir yumrukla avaz avaz bağırması misâli aksiyonda bağışıklığı kıran mevzuu, zaafların muvazenesi...
[İBDA-C mevzuunun tafsilini isteyenler Bütün Fikrin Gerekliliği eserine başvurabilir.]
Ve Medrese-i Yusufiye... Yandım piştim küloldum denilebilecek bir şuuraltı tecrübe merkezi... Kumandan'ın dediği gibi gardiyan denilen otoritenin dahi yalnızca kapağını aralayabildiği bir yılanlı kuyu... Ya dibinde yılanlaşılacak yahut da yılana yem olunacak. Asrımız boyunca yılana yem olmak ve yolanmaktan başka gaye gütmediğimizden mütevellittir, fikre karşı alerjimiz... Mikrobun mücerretliğinden bahsettim ama İrşad Kutbu'nun söylediği ölçü üzere... “Şifa, boruya tabii!”
NYMPHALARın tabiri ile boku yemişler koğuşunda (!) dahi bir gün intihârı düşünmemiş.. Aksine “Cezbediliyorum, Lâ hâvle çekiyorum!...” diyen bir Kumandan... Rüyâlandıktan sonra dahi şuurdan gözyaşı döken bir Kumandan ve onun karşısında içkisiyle sıçkısıyla fildişi kulesine saklanan korkaklar!... Her şeye sahtesi musallat! Kumandan gibi olmaya çalışmak mevzuunda Tilki Günlüğü'nü anlamaya çalışan gören körler, beyne musallat olduktan sonra dâhi açamadıkları bir kapıdan bahsediyoruz... Mücerret kumaşın farklılığı...
Cezbedildiği o andan alıntıyı alarak “H.Y 'den sonra Mirzabeyoğlu da zinâkar!” denen bir saçmalık yayıldı. Yazıyı yazan zatın devamında Fethullahçı çıkması yanı sıra yazının muhasebesi için Mehmet Fırat'a başvurdum...
Ve o zihniyetin inkıtâya uğramış aklını ve küfleşmiş aklını gözler önüne seriyor:
“1992 senesinde işkencehanede iken,bana Kumandan'ın el yazısı olan bir metin okuttular. Metinde "Cünüpken namaz kılıyorum. Fatiha'yı okuyorum. Sonra çok utanıyor ve namazı terk ediyorum.." yazıyordu. Bana dediler ki,"Bak senin Kumandan dediğin adam cünüp camiye gidip namaz kılıyor!Bunun peşinden mi gidiyorsun!.." O halimde dedim ki,"Siz bana Tilki Günlüğü adlı eserden parçalar okuyorsunuz ve bu bir rüya kısmina ait!.." Galiz küfürlerle beni dövmeye başladılar!..”
SONUÇ
Bugünlerde bakıldığında 60 cilt eseri “çile” çekerek yazmış ve fikir çilesinin haysiyetli müstesna genci olabilmiş bir Kumandan var... Damlaya damlaya göl olur.
[Bilinmesi gereken yegâne şey, en büyük günâhın evvelâ harpten kaçmak olduğunu unutmamak... Kumandan'ın Molla şiirini hatırlayın: “Yüreğin dayanmıyorsa pençe görmeye ve yoksa takatin pençe göstermeye, sakın ola ki kavga meydanında, "boynu bükük"lüğünü "olgun başak"lık olarak anlatma; haykırılır yüzüne korkaklığın, rezil olursun... Yüzsüz hergele!..”

