KURUMSAL
SON DUYURULAR

Dr. Rıza Nur'un HAYAT VE HATIRATIM isimli eseri
04 Haziran 2025
BAKIRKÖY ADLİYESİNDE FESDER OLARAK KATILIM GÖSTERDİĞİMİZ BERAATLA SONUÇLANAN 5816 DAVASI
15 Nisan 2025
5 Nisan Dünya Avukatlar Günü Münasebetiyle
05 Nisan 2025
LAİK, DEMOKRAT, MODERN VE AYDIN İNSANLAR NEDEN CHP'DEN UZAK DURMALI
01 Nisan 2025
Dernek başkanı Hatice BOZDEMİR " Devletimizin Yanındayız" mesajı
26 Mart 2025
Ali AKBAŞ Yazarın Tüm Yazıları

ARAMIZDAKİ DUVAR: KEMALİZM – 2
İSLAM KARDEŞLİĞİNİN YIKILIŞI
Osmanlı gibi, şer’i kanunlarla idare olunan İslami bir devlet yapısında iki millet tanımı vardı: Müslim ve gayrimüslim.
Böyle bir devletin içine milliyetçilik akımını sokmak, bu akımın neşvünema bulması demek, tez zamanda imparatorluğun yıkılması demekti. 19. yüzyılın sonlarına doğru tahta çıkan Abdülhamid Han (rahmetullahi aleyh), İslamiyet siyasetini dahiyane kullanıyor ve imparatorluğun çökmesini engellemek için mücadelesini sürdürüyordu.
İlk yazımızda Hamidiye Alaylarından bahsetmiştik. Gök Sultan’ın aldığı bir başka tedbir ise, Müslüman olup da ordu içinde zabit statüsünde temsiliyeti az olan Arap ve Arnavut nüfusa yönelikti. Özellikle Arap coğrafyasında bulunan petrol, emperyalist Batı’nın iştahını kabartmış, milliyetçilik akımlarıyla Arap coğrafyasını Osmanlı’dan koparmanın peşine düşmüştü. Ulu Hakan böyle bir devirde tahta çıkmış, mümkün olan her türlü tedbire başvurmuştu.
Abdülhamid, askeri eğitim kurumlarını imparatorluğun yeni Müslüman elitinin oluşturulmasında önemli bir araç olarak görüyordu. Bu yüzden, Türkler dışındaki Müslüman unsurların orduda daha fazla temsili ve askeri okullarda daha dengeli bir dağılım sağlanmalıydı. Abdülhamid, Arnavutlara ve orduda nüfuslarına göre yeterince temsil edilmeyen Arap tebaaya özel ilgi gösterdi. Bu yeni politika, özellikle büyük taşra şehirlerinde çok başarılı oldu. Bağdat, Şam gibi şehirlerin orta ve alt sınıf aileleri, statü yükselmesi için bir araç olarak algıladıkları askeri okullara çocuklarını büyük bir istekle gönderdiler. Mezuniyet sonrası Arap ve Arnavut subaylar genellikle memleketlerindeki birliklere atandılar. Fakir ailelerin çocuklarının iyi maaş ve mevkilerle memleketlerine dönmesi büyük etki yarattı. Yeni nesiller bu rol modelleri gördükçe büyük bir istekle askeri okullara kaydoluyordu.
Kaynak:Edward J. Erickson - Çev. Mesut Uyar, İş Bankası Yayınları, 2017,s.412
Gök Sultan’ın bu dehası sayesinde Arap ve Arnavut nüfus, imparatorluğa olan sadakatlerini artırıyor ve İslam kardeşliği, Abdülhamid Han gibi bir dehanın sayesinde Düveli Muazzama denilen emperyalist güçlere karşı büyük bir mukavemet hattı teşkil ediyordu. Abdülhamid Han’ın İslamiyet siyaseti ve dehasını takdir eden Türk Tarih Kurumu üyesi Yılmaz Öztuna’nın çalışmalarından bir örnekle devam edelim. Gerçi Yılmaz Öztuna’nın, rahmetli Abdülhamid Han’ın itibarını iade eden çalışmaları, onun Türk Tarih Kurumu üyeliğine mal olmuştu. Lakin Yılmaz Hoca yine de sözlerinin ve çalışmalarının arkasında duruyordu. Yılmaz Hoca’nın Türk Tarih Kurumu üyeliğinin, sırf Abdülhamid Han’ın itibarını iade etmesine gösterilen tepkiyle son bulması, resmi devlet ideolojisinin, İttihat ve Terakki idaresinden Cumhuriyet rejimine nasıl evrildiğinin en büyük kanıtıdır.
II. Abdülhamid’in İslam dünyasındaki prestiji muazzamdı. Doğu Türkistan ve Orta Afrika’daki zenci Bornu Krallığı bile onun adına hutbe okutup para bastırıyor, padişahı metbu tanıyorlardı. Türk subayları, doktorları, hocaları ve din adamları İslam âleminde gezip dolaşıyorlardı. Bugün (1967) bile Afrika’nın bazı ücra yerlerindeki camilerde II. Abdülhamid adına hutbe okunduğunun basına yansıdığı hatırlanırsa, bu hükümdarın şahsi prestiji hakkında bir fikir edinmek mümkün olur. Padişahın panislam siyaseti, başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya’yı fevkalade ürkütüyordu. Bu ürkekliğin derecesini anlamak için o zamanın diplomatik vesikalarına göz gezdirmek yeterlidir
Kaynak: Edward J. Erickson – Çev. Mesut Uyar, İş Bankası Yayınları, 2017, s. 412
Gök Sultan’ın dehası, emperyalist devletlerin korkulu rüyasıydı. Amaçlarına ulaşmak için Osmanlı'nın yıkılması ve İslam kardeşliğinin arasına bir set çekilmeliydi. Abdülhamid Han’ın tahtan indirilmesi ve hilafet makamının kaldırılması gerekiyordu. Bunun için kavmiyetçilik fikri, imparatorluğun her coğrafyasında kışkırtılmalı, bilerek ya da bilmeyerek Arap, Arnavut ve diğer Müslüman halklar ulus devlet istemeli, imparatorluktan kopmalıydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Gök Sultan’ı tahtan indirmiş; Abdülhamid Han ne yaptıysa tersini yapmayı kendilerine ilke edinerek imparatorluğu yok oluşa sürüklemeye başlamışlardı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni kuran Doktor İbrahim Temo, memleketine dönerken Selanik’e uğradığını anlatırken, orada karşılaştığı cemiyet üyelerini tarif edişi son derece manidardır. Zira Gök Sultan Abdülhamid Han, Panislam siyasetiyle büyük devletlerin korkulu rüyası iken; İbrahim Temo’nun, cemiyet üyelerinden Cemal Paşa’yı tarif edişi, İslam kardeşliğinin parçalanmasına nasıl önayak olduklarının adeta özeti gibidir.
İbrahim Temo, güya Türktür. Lakin imparatorluk parçalandıktan sonra Romanya’ya gitmiş, hayatını orada sürdürmüştür. Türkçülük siyaseti yapan bu adamların, Türkçülüğe düşman saydıkları Abdülhamid Han’ı tahttan indirdikten sonra memleketten gitmeleri ne kadar manidardır değil mi? Oysa İttihat ve Terakki Cemiyeti, sözüm ona memleketi istibdattan kurtarmıştı. Peki, ülkeden gitmelerini gerektirecek ne vardı? İstibdat rejiminin sahibi Abdülhamid Han tahtan indirilmişti. Böyle bir ortamda Romanya’ya gitmenin ne anlamı vardı? Lakin İbrahim Temo denen alçak, vazifesini ifa etmiş ve Romanya’ya defolup gitmiştir. Daha da acı olan, bu kişinin 1911’den sonra dönmemek üzere Romanya’ya yerleşmesi ve orada milletvekilliği ile belediye başkanlığı dahi yapmış olmasıdır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kuran bu adamın, Abdülhamid Han tahtan indirildikten iki yıl sonra memleketi terk etmesi oldukça düşündürücüdür. Eğer yerseniz, bu adamlar şanlı Türkçülerdi!
İşte böyle bir karakter, memleketine kesin dönüş yaparken Selanik’e uğradığını ve orada gelecekteki olayların baş aktörlerinden Cemal Paşa’yı nasıl tarif ettiğini birlikte görelim:
“Selanik’te Kâbe-i Hürriyet adını verdikleri genel merkeze uğradım. Tesadüfen Cemal Bey’i (Suriye’de Arapları asmakla meşhur Cemal Paşa), Mithat Şükrü Bey’i ve adlarını unuttuğum kahramanlardan daha birkaçını buldum.”
Kaynak: İbrahim Temo – İttihat ve Terakki Anıları, Arba Yayınları, Yayıncı: Bülent Demirbaş, 2. Baskı, 2000, s. 185
Arapları asmakla meşhur Cemal Paşa… İbrahim Temo’nun Cemal Paşa’yı tarif edişi, aslında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin nasıl bir kadrodan oluştuğunu gözler önüne seriyor. Bir tarafta İslamiyet siyasetiyle Batı’yı tir tir titreten Gök Sultan Abdülhamid Han, diğer tarafta ise bu siyaseti kökünden dinamitleyen bir devlet ricali… Abdülhamid Han’ı tahtan indirenler bugün hâlâ kahraman olarak anılır.
Oysa kimse sormaz: Bu cemiyeti kuran İbrahim Temo neden Romanya’ya gitti ve hayatını orada sürdürdü? Hani bunlar Türk’tü? Hani bunlar Türkçülük siyaseti yapıyordu?
İlk yazımızda Kazım Karabekir’den bahsetmiştik. Onun da Abdülhamid Han’ın etrafında saf tutmuş Arap ve Arnavut askerlere bakış açısını anlatmıştık. Gök Sultan’ın yanında saf tutan Araplar ve Arnavutlar "cahil" ve "iş bilmez" insanlar sayılıyordu. Ama kendi yanındaki Yüzbaşı Aziz, Arap milliyetçiliği yapıyor, Arap coğrafyasını Osmanlı’dan koparmayı hedefliyordu. Kazım Karabekir gibi, Türkçülük siyasetiyle kimsenin eleştiremeyeceği birisi bile Yüzbaşı Aziz’den rahatsız değildi.
İbrahim Temo her ne kadar “Müslüman olmayanları cemiyete almayalım” teklifinde bulunduğunu söylese de, hatıratında kendisini ırkçılık karşıtı gibi tanıtsa da, yine aynı hatıratında Romanya’da Türkçülük yaptığını da belirtmektedir. Kendi arkadaşlarına bu ayrılıkçı fikirler yüzünden kızan bir adamın, Romanya’da I. Dünya Savaşı sırasında Türkçülük politikası gütmesi oldukça enteresandır.
En hafif tabirle söyleyelim: İttihatçı çetenin zihinleri son derece karışıktır. Bilerek veya bilmeyerek Batı’nın ekmeğine yağ sürmeye devam etmişler ve Osmanlı’nın akıbetini hızlandırmaktan başka bir icraatları olmamıştır. Bu kadronun, Abdülhamid Han gibi bir dehayı anlaması mümkün değildir. Nitekim, kendi iç çekişmelerinden ilk bizar olan kurucuları İbrahim Temo olmuş ve Romanya’ya gitmiştir.
Emperyalist devletler, başlarına bela olan Abdülhamid Han’dan bu kadrolar sayesinde kurtulmuş ve onların eliyle imparatorluğu paramparça etmişlerdir. Zira bu siyasetle Osmanlı’nın ayakta kalma ihtimali zaten yoktur. Devletini parçalayacak insanlara “bu da bizden” diye göz yuman zihniyet, Abdülhamid Han düşmanlığı etrafında birleşmiş; tahttan iner inmez kaçarcasına ülkeyi terk eden cemiyet kurucularından, “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!” diyen cenaha kadar, o gün de bugün de rahatsızlık duymamışlardır.
Çünkü bu zihniyetin gözünde Osmanlı geri kalmış, onu kurtarmaya çalışan da İttihat ve Terakki Cemiyeti olmuştur. Onların sayesinde istibdattan kurtulunmuş, ülkeye demokrasi gelmiştir ve bu kadro bugünkü Kemalist cenahın kahramanlarıdır.
Sonuç
Bugün resmi tarih, bizlere Balkan Harpleri dahil Kurtuluş Savaşı’na kadar yapılan tüm savaşlarda kahir ekseriyetle Türklerin savaştığını ve şehit olduğunu iddia eder. Oysa bu koskocaman bir yalandır. Gök Sultan’ın 1909’da tahttan indiği açıktır. Peki, onun politikası sayesinde orduda subay olan Arap ve Arnavut tebanın evlatlarına ne olmuştur? Bu adamlar, yani bu subaylar buhar olup uçmuşlar mıdır?
Böyle bir şey olmadığına göre, demek ki bu adamlar görevlerinin başındadır. Hele de İttihatçı iseler, makbul bile sayılmışlar; Türkçülük siyaseti yapan adamlarla birlikte Osmanlı’nın akıbetini hızlandırmışlardır.
Önümüzdeki yazıda Balkan Harpleri ile yazı dizimizi sürdüreceğiz. Resmi tarihin iddiasının ne kadar büyük bir balon olduğunu, yine kendi kaynakları aracılığıyla patlatmaya devam edeceğiz.
100 yıldır Âlem-i İslam’ın içine düştüğü ırkçılık fitnesinden kurtulabilmesi için, yeniden İslam kardeşliğine sarılması elzemdir. Türk, Kürt ve Arap Müslümanlar ne zaman bir araya gelip aynı hedef doğrultusunda birleşmişlerse, Büyük Selçuklu gibi, Eyyubiler gibi, Osmanlı İmparatorluğu gibi cihanşümul devletler vücuda getirmişlerdir.
Yeniden cihanşümul bir devletin kurulması temennisiyle...
Selam ve dua ile.