KURUMSAL
SON DUYURULAR
FİKİR EMANET VE SANCAK DERNEĞİ OLAĞANÜSTÜ SEÇİMLİ GENEL KURULU ÇAĞRISI
04 Ekim 2025
Dr. Rıza Nur'un HAYAT VE HATIRATIM isimli eseri
04 Haziran 2025
BAKIRKÖY ADLİYESİNDE FESDER OLARAK KATILIM GÖSTERDİĞİMİZ BERAATLA SONUÇLANAN 5816 DAVASI
15 Nisan 2025
5 Nisan Dünya Avukatlar Günü Münasebetiyle
05 Nisan 2025
Dernek başkanı Hatice BOZDEMİR " Devletimizin Yanındayız" mesajı
26 Mart 2025
Ali AKBAŞ Yazarın Tüm Yazıları
YIKILAN İSLAM KARDEŞLİĞİ
Resmi tarih söylemi hepimizin malumu, ilkokul 1. sınıftan üniversite son sınıfa kadar İnkılap Tarihi adı altında bir yalanlar manzumesi anlatılır. Bu yalanlar manzumesinin toplumun hemen herkes tarafından kabul görmüş çok acı bir tarafı vardır. Onun adı da Arapların bizi sırtımızdan vurduğu yalanıdır.
Türkçede son derece veciz bir söz vardır. Hırsızın hiç mi kabahati yok? denir. Öyle ya Araplar yüzlerce yıldır sorun çıkarmadan Osmanlı coğrafyasında sükûnet içinde yaşarken birdenbire ihanet etmeye mi karar vermiştir. İşin bu tarafı asla ve kata anlatılmaz.
Gök Sultan, ulu Hakan Abdülhamid Han rahmetullahi aleyh, tahtan indirildikten sonra aslında Osmanlı fiilen bitmiştir. Ondan sonra gelen 2 padişahın yönetimde söz hakkı dahi yoktur. İdare tamamen İttihat ve Terakki cemiyetinin eline geçmiştir.
1789 yılında Fransız ihtilalinden Abdülhamid Han'a kadar olan devirde milliyetçilik akımları tüm toplumların içine öylesine sirayet etmişti ki korkunç boyutlara ulaşmıştı. Osmanlı gibi çok uluslu devletlerde, yani imparatorluklarda bunun sonu imparatorluğu parçalamakla eş değerdi. Lakin ittihat ve Terakki erkanının dilindeki türkü, Türkçülük türküsüydü.
Oysa çok değil 1909'dan 50 yıl önce böyle hiçbir milliyetçilik sorunu olmayan Osmanlı coğrafyasında, 1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşı'nda imparatorluk coğrafyasının her tarafından 480.000 asker toplanıvermişti.
1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Osmanlı ordusunun mevcudu gönüllüler ve Kuzey Afrika eyaletlerinden; Mısır, Trablusgarp ve Tunus'tan gelen birliklerle beraber 480 bine ulaşmaktaydı. Edward J. Erickson. Çeviri. Mesut Uyar. Osmanlı askeri tarihi. 2017. SF. 328 . İş Bankası Yayınları.
Henüz milliyetçilik akımlarının tam manasıyla sirayet etmediği İslam kardeşliği inanılmaz şekilde işliyor ve Osmanlı hükmettiği her coğrafyadan asker toplamakta sıkıntı çekmiyordu.
Resmi tarih, Osmanlı gibi 22 milyon kilometre kare toprağa fiilen hükmeden bir imparatorluğun içinde çıkmış ufak tefek kargaşalara, adeta tüm Arap coğrafyası isyan halindeymiş gibi anlattığından, bu taraflarını bu toplum asla ve kata öğrenmedi. Oysa iç kargaşa çıkaran sadece Araplar değildi.
Alevî Türkmenlerin çıkardığı isyanlar destanlaştırılırken , bir kabilenin Osmanlı'nın uzak bir eyaletinde çıkardığı kendi arasındaki kavga bile Arap isyanı olarak anlatıldı, göklere çıkarılıp Araplar ne vakit sadık oldu ki denildi.
Halbuki Şeyh Bedrettin isyanına destanlar yazanlar, yine Resmi tarih mudafilerinden başkası değildi. Şeyh Bedrettin isyanında bir tek Arabın olduğunu tarih kaydetmemiştir. Çoğunluğu Türkmen Alevilerden müteşekkil bir isyandır. Üstelik Devletin , Timur felaketine uğradığı ve Çelebi Mehmet Han'ın, devleti yeniden ayağa kaldırmaya çalıştığı dönemlerde ortaya çıktığı düşünülürse, Şerif Hüseyin'in yaptığı mı daha büyük ihanettir, yoksa Şeyh Bedrettininki mi?
Şeyh Bedrettin övülür , Şerif Hüseyin'in nezdinde tüm Araplara da, çok afedersiniz küfür edilir.
Ama Şeyh Bedrettine kızıp tüm Alevi cemaatine, Alevi kitleye tek kötü söz denmez. denmemesi de doğru olandır. Lakin aynı kural Şerif Hüseyinde işlemez.
Oysa özünde ikiside devlete başkaldırmak ve devlete ihanet etmektir. Bedrettinin adına günümüzde siyasal Alevi kitle film bile çekti, şarkılar söylendi. Börklüce'yi düşün anne , Torlak Kemal'i, Şeyh Bedrettin'i düşün anne diye, ulusal kanallarda methiyeler düzüldü.
Şeyh Bedrettin isyanı için bakınız. YouTube. Harp tarihi kanalı. 1. Mart 2024. Şeyh Bedrettin isyanı ( 1420 ) Çelebi Mehmet.
Dedik ya durup dururken mi ihanet edildi diye, öyle bir şey olmadı da Resmi tarihe cevap niteliğinde olsun bu sözümüz. Kaldı ki Özellikle Araplar, İttihat ve Terakki'nin onca zulmüne rağmen, Osmanlıya ihanet etmedi.. ufak tefek kabile çatışmalarını abartmakta Mahir olan resmi tarihçiler Osmanlı'ya hiçbir zaman Arapların sadakatle bağlı olmadığını iddia ederek, Şerif Hüseyin ve etrafındaki bedeviler en kalabalık olduğu dönemlerde 15 bini geçmeyen sayıları bayraklaştırıp Araplar hiçbir zaman Türklere sadık olmadı algısını tüm topluma yerleştirmeyi başardı.
Abdülhamid Han rahmetullahi aleyh, milliyetçilik akımına karşı ciddi tedbirler alan, İslam siyasetini son derece aktif kullanan bugün taraflı tarafsız zekasını herkesin takdir ettiği, lakin aynı resmi tarihin kızıl Sultan ilan ettiği mükemmel bir dehaya sahipti.
Bugün toplumda Gök sultanın, Hamidiye alaylarını birçoğumuz duymuşuzdur. Onun dehası sayesinde uzak Arap eyaletlerinin içinde çıkacak milliyetçilik akımlarına duvar olsun ve imparatorluğa sadık kalsınlar diye, Osmanlının en zayıf dönemlerinde icraata soktuğu mükemmel bir plandı. Eski Gücünü yitirmiş bile olsa Osmanlı toprakları, Bosna-Hersek'ten Mağrip'e kadar uzanan muazzam bir coğrafyaydı. Bu coğrafyada sükuneti ve barışı sağlamak her babayiğidin harcı değildi.
Düvel-i Muazzama denilen Avrupa'nın güçlü devletleri başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Osmanlı'ya gözünü dikmiş onu parçalamak için aç kurtlar gibi yere düşmesini bekliyordu. Gök Sultan'ın dehası burada devreye girmiş ve Hamidiye alaylarıyla vücut buluvermişti.
Abdülhamid , uygulamayı günümüzde yaygın kanaatin aksine, Doğu Anadolu ve Suriye'de değil, imparatorluğun uzak vilayetleri olan Trablusgarp ve yemen'den başlattı. Her iki vilayette de Kuloğlu adıyla bilinen eski askeri topluluklardan gençler askere alınıp, yoğun bir askeri eğitimden geçirildikten sonra vilayetlerine geri gönderildiler. Yeni kurulan alaylara iç güvenlik ve zaptiye görevleri verildi. Her iki birlik de kurulduktan kısa bir süre sonra mütevazi başarılara imza atmaya başladılar.
Bu başarıyı gören Abdülhamid, Doğu Anadolu'da da geniş kapsamlı olarak uygulama kararı aldı. Berlin anlaşmasından sonra ortaya çıkan Ermeni tehdidi, İran hududundaki geçmiş tarihlere dayalı sınır mücadelesi ve ihlaller hala devam ettiğinden, sınır güvenliği ve olası Rus savaşı tehdidine karşı tedbir almak lazımdı.
Abdülhamit öncelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan önde gelen, Sünni, Kürt, Karapapak ve Türkmen aşiretlerini İstanbul'da topladı. Onlara kıymetli hediyeler ve ünvanlar verdi. Aşiretlerin çoğu, ayrılıkçı hareketler ve Ermeni tehdidinden dolayı gönüllü kabul ettiler. 4 yıl içinde 2 Tugay, mevcudu 43.730'a çıkan 30 alay kuruldu.
Başlangıçta bu projede yer almak istemeyen aşiretler bile devlete başvurmaya başlayarak alaylara katıldı. 1908 yılına gelindiğinde alay sayısı 2 kat arttı. Alayların eğitim ve denetimi altında tutulmaları için Ordudan subaylar atandı. Bu Alaylar kurulduktan kısa bir süre sonra 1894'te çıkan Ermeni Sason isyanı'nın bastırılmasında inanılmaz etkiler gösterdi. Sınır ihlallerininde önüne geçmeyi başaran bu alaylardı. Edward J. Erickson. Osmanlı askeri tarihi. SF. 413
Genelkurmay başkanlığının, İzmir NATO karargahında görev yapan Amerikalı askeri tarihçiye yazdırdığı eserden öğreniyoruz ki, Abdülhamid Han rahmetullahi aleyh, hem kızıl Sultan değil, hem de devleti korumak için her türlü reflekse sahip bir deha olarak karşımıza çıkıyor.
Müstakil eserlerde iyi kötü tarihin bu tarafları anlatılsa bile okul kitaplarında kırıntısı dahi öğretilmediğinden bugün toplumun her kademesinde maalesef Arap düşmanlığı had safhaya çıkmış durumda.
Abdülhamid Han'ın dehası sayesinde uzak coğrafyalarda bile işe yarayan Hamidiye alayları, onun tahttan indirilmesinin akabinde, Kürt aşiret alayları adı altında yeniden yapılandırıldı. Lakin İttihat ve Terakki erkanı Abdülhamid Han'ın, bu Alaylara verdiği önemi asla vermedi. Emekli edilmiş, subaylar ile kontrol ve eğitimi düşünüldü. Oda eski etkisini göstermedi. Zaten çok geçmeden Osmanlı harpten harbe sürüklendiği için, ne Alaylar nede devlet bir daha eski gücüne erişmeden tarih sahnesinden silindi gitti.
Alayların serencamı için bakınız. Edward j erickson, age. SF.414.415
Şimdi gelin o devrin politikasını ve devletin içine özellikle de askeri okullara sirayet eden ırkçı politikanın temeline bir bakalım. Hem de kimsenin şahitliğine itiraz edemeyeceği resmi tarihi kahramanlarından Kazım Karabekir'den öğrenelim.
Arnavut olsun Arap olsun zabitler ancak Türk ordusunda bir melce ( sığınak ) bulabilirler. Bu devlete hizmet etmiş olan ve Türk'üm diyen türk'tür. Ben en son bu çareyi düşünebildim.
İttihat ve Terakki cemiyeti. Kazım Karabekir. SF. 102
Görüldüğü gibi İttihat ve Terakki'nin resmi politikası Türkçülük dayatmasından ibarettir. Bu dünya görüşü o gün için hemen hemen tüm İttihat ve Terakki üst kadrolarına hakimdir. İmparatorluk idare edebilmek maharet ister, deha ister . Mükemmel dehasıyla, 33 yıl Osmanlıyı idare edebilmiş Gök Sultan tahttan indirildikten sonra İttihat ve Terakki'nin bu politikaları yüzünden Osmanlı'nın temellerine adeta dinamik konmuştur.
Aynı Kazım Karabekir'in Abdülhamid Han'ın etrafında saf tutmuş Araplara ve diğer gayri Türk unsurlara bakışına bakalım. Akabinde de kendi yanlarında saf tutmuş gayri Türk unsurlara bir göz gezdirelim.
Aradaki fark uçurumla ancak izah edilebilir.
Bir taraftan da Yahudiler, verilmeyen maaşları kırarak rüşvet yedirip tahsiline imkan buluyorlar ve ahlakı büsbütün tereddi ettiriyorlardı. Türk benliği gün geçtikçe eriyordu. Daha bu Kabil fenalıklar ile milletin gözünden düşen Sultan Hamid , kendini Arap ve arnavutlardan mürekkep, sarıklı ve fesli zuhaf alaylarıyla ve tüfekçilerle muhafaza ettiriyor ve ayrıca yıldızı bir sürü cahil zabitlerin kumandasındaki fırka ile bekletiyordu.
İttihat ve Terakki cemiyeti. Kazım Karabekir. SF . 60
Askeri kadronun gayri Türk unsurlara nasıl baktığının fecaat bir örneğidir, Kazım Karabekir'in bakış açısı. Kazım Karabekir'e göre, Abdülhamid Han'ın etrafındakiler vasıfsız ve cahil kitlelerdir. Türklük her geçen gün azametini kaybetmekte ve yok olmaktadır. Bunun içinde Gök sultanı suçlamakta ve etrafına fesli ve sarıklı cahil kitleleri toplamakla itham etmektedir. Türklük felakete doğru gitmektedir. Kazım Karabekir'in İttihat ve Terakki cemiyeti eseri bu konuyla alakalı inanılmaz donelere sahiptir. O devrin tüm tanıkları özellikle İttihat ve Terakki cemiyetinin üst kadroları hemen hemen Kazım Karabekir gibi düşünmektedir.
Lakin aynı Kazım Karabekir, kendilerinin yanında saf tutmuş gayri Türk unsurlardan hiç de rahatsız değildir. Rahatsız olmayı bir kenara bırakın, onları idamdan bile kurtaran biri olarak çıkar karşımıza.
Gelin İttihat ve Terakki'nin devlet idaresine mükemmel bir örnek teşkil edecek Kazım Karabekir'in gayri Türk unsurlara öbür bakış açısından geçelim. Bakın Karabekir Paşa ne anlatıyor.
Kahireli Aziz, ki 31 Mart İsyanı'nın tedibinden sonra apaçık bana Arap Birliği için çalıştığını, Türklerin mahvolacağını, fakat Arapların Birlik yaparak yaşayacağını, bunun için Arapların yakasını bırakmaklığımızı söyledi. Ben de Türklerin kendi varlıklarını muhafaza edecek kadar kuvvetli bir seciyeye Malik olduklarını söyleyerek gittiği yolun tehlikesini, bunun araplığı büsbütün yutmak isteyen devletlerin propagandası olduğunu uzun uzadıya anlattım. Bu Aziz bey Trablusgarp muharebelerinde de Enver ile arası açılmış, enver'in Harbiye Nazırlığı zamanında Divan-ı Harb-i Örfî ölümüne karar vermişti. Bunu haber alınca Enver paşa'ya Manastır'da kendi evlerinde Hürriyet cemiyeti için tahlif ettiğimizi ve ilk numarayı aldığını hatırlatarak bu vahim kararı önledim.
İttihat ve Terakki cemiyeti. Kazım Karabekir. SF. 186
İttihat ve Terakki'nin, Türkçülük politikasının bile ne kadar Pamuk ipliğine bağlı olduğunu bu örnekten algılayabiliriz. Abdülhamid Han yüzünden Türklüğün öldüğünü iddia eden ve onun etrafındaki gayri Türk unsurları hakir gören zihniyet, kendi yanlarında olup ama devleti bölmeye azmetmiş Arap subaylardan hiç de rahatsız değildirler.
Oysa Abdülhamid Han'ın yanındaki de araptı, kahireli yüzbaşı aziz'de arap. Karabekir'e göre Arap ve Arnavut subaylar ordunun içinde ancak sığınabilirlerdi. Türk'üm demek zorundaydılar. Lakin kendilerinden olunca araplık politikası, devletten Toprak ayırma politikası güden Arap, makbul Arap! oluverdi. İdamına dahi engel olduğunu kendisi anlatıyor. Bizler veya herhangi bir tarihçi değil.
İttihat ve Terakki'nin devlet idare etmesi işte bu vahim neticeleri kaçınılmaz kılmıştır.
Düşünün, Ordu'da subaysınız, Van'ı ve Hakkâri'yi Türkiye'den koparmaya çalışan bir arkadaşınız var. Ne yaparsınız? Gerekli mercilere şikayet Edip buna engel olursunuz öyle değil mi?
Oysa Karabekir engel olmamış, Türkçülük politikası güden adam, Kendi yanında saf tuttuğundan dolayı, devleti bölmeye çalışan adamı bile ölümden kurtarivermistir.
Devlet bin parça olmuş kimin umurunda. Bugün bu kadroyu yere göğe koyamayan Resmi devlet politikası ve onun yetiştirdiği milyonlarca kafatası milliyetçisi ile uğraşıp duruyoruz.
Söz konusu Türklük ise, Mısırlı Aziz'de Türk değildi. Lakin Aziz'in bir özelliği vardı. Oda Karabekir gibi ittihatçıydı. Bu özelliği ona Osmanlıya ihanet etme hakkını bile vermişti. Zira idamına bile engel olan Türk Yılmaz Marşı'nın yazarı Karabekir paşa'dan başkası değildi.
Anlaşılan Türklük sadece dildeydi. Fiiliyatta Türklük diye bir şeyden söz etmenin imkanı dahi yoktu.
İleriki yazılarda göreceksiniz, bu kadro ermeniye merhamet edecek, lakin müslüman Arap'a zulüm edeceğini okuyacaksınız. Böyle bir aklın ve siyasi örgütün devlet idare etme şansı var mı? Kaldı ki idare ettikleri bir imparatorluk , Ulus devlet olsa bile işini zora sokar, lakin bu adamlar bu kafayla on yıl içinde, Devlet- i Aliyyeyi paramparça etmeyi başardılar.
Özellikle , Ordu'nun içindeki ırkçılık kavgası ve bizden olan ve olmayan kavgası ileriki yıllarda daha da büyüyecek ve Osmanlıyı tarih sahnesinden silinmeye kadar götürecektir.
Bu konuyu kronolojiye uygun olarak İstiklal harbinin sonuna kadar yazacağız. Şimdilik konuya giriş mahiyetinde bir yazıyla, derneğimizin internet sitesine merhaba demeyi uygun bulduk.
İleriki günlerde ARAMIZDAKİ DUVAR yazı dizisinin devamının geleceğini söyleyelim. Tabii hak Teâlâ emanetini almaz ise.
Selam ve dua ile..
Yazar
Ali AKBAŞ

